İslamcı abilerim, ablalarım;

İslamcı abilerim, ablalarım;

Genelde olduğu üzere canınızı sıkacak, dokunulmaz olsun dilediğiniz romantizminizi dağıtacak birkaç kelam edeceğim.

Sözcüklerim bir seri taş olacak ama egolarınıza erişir mi bilemem?

Ama ben de her Müslüman gibi “seferden sorumluyum”. Siz de öyle idiniz, hatırlatayım dedim.

Bu sefer sözcüğünden ‘kalkın cihada gidiyoruz’ manasını çıkarıp egonuzun bu çıkarım üzerinde vals yapmasının önüne de şimdiden geçmek isterim. Zira zemin kötü!

Kavramların post’u modern bir ‘söyleyelim canım ne olacak’ borsasına endekslendiği 90 yıllık ezilmişliğin bir anda gelen ‘lan iktidar olduk’ hengâmesiyle birleştiği yerdesiniz sanırım. Bunda tüm suç sizde değil. Ama artık ideoloji tanrısına kurban edilecek keçi kaldığını da sanmıyorum.

Eşek ile Öküzün öyküsünü anımsar mısınız, bilmem. Estağfurullah, siz öyküdeki eşek değilsiniz. Öküzlük de bizim işimiz. Karakterlere takılmayın, iman üzere hükme dalıyorsunuz sonra. Tekfirin kent burjuvazisindeki haline keyifli örneklersiniz.  Ana fikre işaret ediyorum.

Aslında size Suriye’de olup bitenlerden Irak’taki yanlış politikalardan ve bunlara neden ses çıkarmadığınızdan bahsedecektim ama sonra alışkanlık üzere düşündüm. Tumturaklı birkaç söz de ben edeyim dedim.

Ne ki, Türkmen ya da Arap ölmüş ne olacak?

Size acıların çocuğu olun, şiddet pornografisine düşün yahut naftalinlediğiniz Gobels’i giyinin demiyorum. Basit ve kuantum fiziğine ihtiyaç duymayan bazı şeyler için ‘soru sorabilin’ , ‘ama demeden’ eleştirebilin diyorum.

Çok güzel cümleler kuruyorsunuz mesela. Kıvraksınız da. Bilgiye ulaşma sorununuz da yok. Ama karılan helva neden hep bir ‘güç putu’ ve propaganda makinesine dönüşüyor?

Misal Brecht yazsaydı bu satırları ne olurdu? Ya da ben Duchamp olsaydım da sizi uyarmak istediğim Suriye ve Irak konulu toplantılarınıza bir pisuvar yollasaydım, ne olurdu?

Patateslerin kendi kendine votka olmasını bekleyen ümitsiz bir bolşevik köylüsünün Stalin’in babası olduğundan duyduğu şüphe öldürücü idi. Şimdilerse ise daha çok güven öldürüyor. Size belki çok güvendik.

Sarter’ın dediği gibi canavarlarımızla savaşmadığımız için Orhan Veli’yi şu satırlarında, size gönderme yaparak haklı buluyorum: “neler yapmadık şu vatan için kimimiz öldük kimimiz nutuk söyledik.” Buradaki ölüm sözcüğü ile oynaşarak sinekten yağ süzecek olan tarafgir derebeylik savaşçılarını şimdiden uyarıyorum. Mızrak çuvalda değil!

Farkında olanlara farkındalıklarının farkedildiği üzere de birkaç kelam etmek isterim. Freudyen bir kelamcılık ile yazar burada boş bir tuale b.k atıp bunu bir şeylere benzetmeye çalışıyor yorumu yapacaklar çıkacaktır. Toplumsal bekaada karılan propaganda putu ile ‘her hükmü vacibtir’ statüsü kazandığınız son süreçte dostça bile olsa uyarı ve eleştiriye kapalı hale geldiniz.

Fransız jakobenlerini de sevmiştik bir ara insanlık olarak. Kısa da olsa şiddetli bir ilişki idi. Bilmem anlatabildim mi?

Şimdi bunca satırı neden mi yazdım? Şöyle bir baktım da ekabir ağzına almadan Müslüman dünyadaki zulmü ağzınıza almadığınız için. Romantik İslamcılığınız ile belenmiş liberal eğilimlerinizin giderek ‘erk’leştiğini tecrübe ettiğim için.

Son günlerde unutup gittiğiniz – ama hazır itirazlar ve deliller kartelasından seçip koyacağınız ifadelerle karşı çıkacak olsanız da unuttuğunuz değerlerinizi hatırlamanız için yazdım.

Suriye’yi, Irak’ı da en az erkler kadar sevebilirsiniz.

Sevdiğiniz erk ise de sevdiğinizi dostça uyarabilirsiniz.

Sizden zafer beklemiyoruz, zira ümmetin kalesi boş atan atana.

Birkaç kelam istiyoruz, gerçeğe dair.

Hadi Suriye’nin Irak’ın hatrı yoksa çayın da mı yok İslamcı abiler, ablalar…

Yorum bırakın