Ay: Kasım 2014

Biz barıştık bayım, ya siz?

Biz barıştık bayım, ya siz?

1998 yılı, Kasım’ın ilk günü. Ankara’da istihbaratlar ve sosyalistler için en az Kürter kadar hareketli bir gün. HADEP kongresi yapılacak. Ortam ülke genelinde gergin. Suikastler, çatışmalar, ölümler. Ülke karanlık günler geçiriyor. Tam bir eski Türkiye portresi.

Birkaç ‘yoldaş’ ile yerimizi almışız, not almak için kağıt kalemlerimiz hazır. Kucaklarımızda ‘Kürt Solunun yegane partisinin’ programı, ajite metinleri. Ortalık sarı, kırmızı, yeşil. Sloganlar atılmaya başlanmış. Sağa sola koşturanlar. İçeride giderek çoğalan insanların hızla tükettiği oksijenin yerini ağır bir havaya bıraktığı salonda Abdullah Öcalan adına sloganlar.

Kimse rahat değil, kimse huzurlu değil. Biz ise sadece ‘izliyoruz’. Kongre başlıyor. İstiklal Marşı okunmuyor.  Mehmet Sincar’ın fotoğrafını hatırlıyorum. Mazlum Doğan’ın gençlere ‘efsane’ diye anlatıldığı, mekap ayakkabıların övüldüğü, kaleşnikofun palto altlarında gezdiği bir kongre.

Akın Birdal henüz tam iyileşememiş olsa da salonda idi. Ufuk Uras ve Levent Tüzel de. Adını şimdi hatırlayamadığım onlarcası da. İzlemek için gelen ‘diğerlerinin’ tersine protokoldeki herkes Kürt hareketinden ‘nasiplenmek’, ‘ebedi müttefik’ olarak faydalanma derdinde.

Tüm bu hengame bir yandan yapılan konuşmalar bir yandan, 1998 Ankara’sında ertesi gün MGK talimatıyla bombardımana tutulacak olan kongre bittiğinde birkaç ‘heval’ ile ‘münazaralı’ bir çay sohbetine oturduk.

Bir arkadaş ‘bölge’den idi. Oturur oturmaz, bir solukta faşist ‘T.C’ suç dökümü yapıldı. Herkes yeteri kadar ajite olduktan sonra, ki bu ortadaki kül tablasının ikinci kez boşaltılmasına denk düşüyordu, konjonktürel bakış ve teorik mülahazalara geçildi. T.C’nin devrilmesi için sosyalizme giden yolu açmakla Kürdistan’ı kurmak arasında bir ‘ortayol’ bulunamadı. Bir taraf elbette ki Agit’in eylemliliği ve bölgenin tek elden ulusal kurtuluşa doğru yürüme hakkını Leninizm (ve söylenmese de Stalin’in UKKTH kaideleri) ile okşarken diğer taraf Mahir’lerin mahirliğini, önderlerinin zaten onlarla arkadaş(!) olduğunu ve devrimci demokratların ne kadar ‘esmer’ olduğu komplimanlarını sıraladığı anlarda artık ‘tıkanma’nın söylenecek son çaylarla aşılması dışında uzlaşılan bir konu yoktu ortada.

Çaylar iki tarafın da akıllarında binbir tilkinin dolaştığı bir esnada söylendi. Bölgeden gelen arkadaş o ortamda olmayacak bir soru sorunca tıkanma yerini tedbire bıraktı. Memleketlerimizi merak etmişti arkadaş. Güvene rağmen tedbir elden bırakılmadan ezberler döküldü. Sonrasında kayıtsızca bir cevap aldık ama o an için bunu ‘arkadaşın ezilmişliğine’ verdik. Çanakkale denilince Türksünüz yani, dendi. Buna takılmadan evet, dedik. Siz iyisiniz ya T.C’nin her kıyısında denize giriyoruz biz, ama bizim orada olsa ben sokmam, diyen arkadaşı şaşkınlıkla karşıladık ilk an. Ama eziliyordu onlar, onların faşisti bile güzeldi. Zaten biz de Türk’tük. O zamanlar – ki hala pek çok Türk kökenli ‘ağdalı sosyalist’ – Türk olduğu için – nedense – içerlerdi. Arkadaşın faşist eğilimi ‘yoldaşı’ tarafından bertaraf edildi.  Barış için savaşıyoruz heval, barıştan fazlası için değil, dedi ve ekledi : sınır koymak için savaşılır sınırları aşmak için barışılır, biz sınırlardan, kültürel, ekonomik, siyasi sınırlardan isyan etmedik mi?

O çay sohbetindeki iki farklı kişinin, aynı parti içinde merkezde yer alabilen iki yöneticinin nasıl ayrı açılara sahip olduğunu o gün fark ettim, bugünse anlıyor; bir yandan da hangi ‘taraf’ta olduklarını tahmin ediyorum.

Asıl memleketi Tunceli olan ama Ankara’da doğup büyümüş deyim yerindeyse goşist ‘akademisyen’in bizi deniz olsa sokmama tavrı ile bugün “savaş savaş” dediğini, ama Amed’den gelen ve o günler itibari ile bölgede yaşayan Kürdü de Türkü de ‘bizi oraya ölü sayıcı etmiş devlet’ diye anlatan hevalin  ille de barış dediğini tahmin ediyorum. Ve bölgede özünü özüne katarak haklarını savunan o gerçek Kürt halkı ile ‘Batı kafasındaki moral sömürgeci akademisyen / parti kadrosu’nun şimdi birbirine eskiden devlet ile Kürt halkı nasıl uzaksa o kadar uzak olduğunu da.

Çünkü bölge acının gerçeğini tattı. Batı’da küfrettiği devletin sağladığı –bölgeye görece – avantajlarla ‘işini bilen’ Kürt savaş çığırtkanı bayım, biz Amed’li kardeşimle barıştık. Ya siz?